Türkiye’de Ruh Hekimi Olmak

psikiyatri.org.tr /

Hastanın “sağlıklı yaşama hakkı” doğrultusunda tedavisini öne almak ve anestezisiz EKT uygulamak mı, yoksa tedavisiz bırakmak mı?

Mustafa Sercan*

“Bilgi güçtür” demiş Bacon. Bugün anlaşılıyor ki, bilginin sağladığı güç, bilgili kişinin ne kadar güçlü olduğuna bağlı. Karar verici değilseniz ne kadar bilgili olsanız da güçlü olamıyorsunuz. Koşulları değiştirmeye bilgi yetmiyor.

Ülkemizin ruh hekimleri, ne yapılması gerektiğini bilecek, dünya bilgi standartlarında mesleklerini uygulayabilecek yeterlikte. Ne var ki bilgilerinden kaynaklanan bu güçleri, hastanelerin yatak sayısı, konforu, uygulanacak tedavi yöntemlerinin teknik alt yapısı söz konusu olduğunda etkisizleşmekte, bu yönde çağrı ve istekte bulunduklarında, sesleri bir sessizlik duvarında yok olmaktadır.

Sesinize bir karşılık alamadığınızda siz de bazen sesiniz olduğundan, ya da seslendiğinizden kuşkuya düşer misiniz?

2005 yılı itibariyle genel görünüm şudur:

    *
      Dünya Sağlık Örgütü standartlarına (ülke nüfusunda 1000 kişiye 1 psikiyatri yatağı) göre 70.000 olması gereken psikiyatri yatağı ülke genelinde 10.000’in altındadır. Bu 10.000 psikiyatri yatağının ülke geneline dağılımı (birçok maddi konuda olduğu gibi) türdeş ve eşit değildir.

    Bu koşullarda yüksek ücretli vakıf hastanelerine başvurma olanağı olmayan, alt yapı koşulları hastalığı şiddetli kişileri yatırmaya uygun olmayan üniversite hastanelerine de kabul edilmeyen hastaların ülke genelinde başvurabilecekleri tek kurum devlet hastaneleridir. Genel hizmet veren devlet hastanelerinin çok azında yataklı servis vardır, bu nedenle de ülkedeki hastalığı şiddetli kişilerin başvurabilecekleri ya da gönderilebilecekleri beş bölge hastanesi kalır: Elazığ, Manisa, Bakırköy, Samsun ve Adana Ruh Sağlığı Hastaneleri.

    Yaşamının bir döneminde en az bir kez ruh sağlığı hastanesine yatırılma olasılığı bulunan nüfus oranı %1-2 dolayındadır: 1. 400.000 kişiye hizmet vermek için 10.000 yatak, bunların hastalığı en şiddetli olanlarına ayrılabilmiş 4.000 yatak. Bu, sürekli olarak bir hasta hücumu karşısında kalmak, bir seçme-eleme yapmak anlamına gelir. Bu da uygulamada kimi zaman yatırılmış olan hastayı kısa sürede çıkarmak, tıbben yatırılma gerekçesi olan birçok hastayı hastane dışında, ayakta tedavi etmeye çalışmak demektir.
    Öte yandan hastanede hastanın hekimle ilk karşı karşıya geldiği ayakta tedavi birimlerinde (polikliniklerde) hekim başına düşen hasta sayısının 60 dolaylarında, kişi başına düşen muayene süresinin 5 dakikaya düşmesiyle verilen hizmet niteliği düşer. Hükümetçe uygulanan personel politikası, ruh sağlığı hizmetinin ana desteği olan diğer sağlık görevlilerinin (hemşire, psikolog, sosyal çalışmacı) ve yardımcı personelin sayısında zaten var olan yetersizliği daha da arttırır. Yatırılmış olan hastanın hızlı tedavisine odaklanmış yüksek çalışma temposu bu alt yapı koşullarında ruh hekimi için zihinsel ve bedensel yıpranma ile birlikte mesleki doyumsuzluk anlamına gelir.

    Anestezist yok
    Mesleki doyumsuzluk?.. Bir yandan bilirsiniz ki çağdaş tedavi anlayışında elektrokonvulzif (elektroşok) tedavi (EKT), anestezik ve kas gevşetici ilaçlarla birlikte uygulanır. Ancak Sağlık Bakanlığı devlet hastanelerinde bu konuda bir yatırım yapmaz ve bu tür bir hizmet için anestezist atamaz.

    Yüzlerce hastanın yattığı ve yüksek bir yatış-çıkış temposu içinde hastanın acil tedavisi için EKT uygulamak gerektiğinde şöyle bir açmazla karşı karşıya kalırsınız: Hastanın tedavisini ertelemek, öbür tıbbi tedavilerin etkisiz kaldığı olgularda hastayı tedavisiz bırakmak ya da olabilecek bütün önlemleri alarak çağdaş olmayan koşullarda bu tedaviyi uygulamak.

    Bu yalnız bilimsel-tıbbi değil, aynı zamanda etik bir açmazdır: Hastanın “sağlıklı yaşama hakkı” doğrultusunda tedavisini öne almak ve anestezisiz EKT uygulamak mı, çağdaş uygulama yapılamadığına göre tedavisiz bırakmak mı? Tutum, hastanın tedavisini öne almak olunca, ruh hekimi “hasta haklarını zedelemek”le suçlanmayı da göze almış olur. Hele suçlama “işkence” gibi bir sözcükle tamamlanınca... Ne beklenir? Mesleki doyumsuzluk mu, çaresizlik mi, bir “her şey boşuna” duygusu mu?..

    *
      Ülkemizde EKT uygulamasının dünya geneli ortalamasından yüksek olmadığı halde, bölge ruh sağlığı hastanelerinin yoğunluğu göz önüne alındığında ortaya çıkan yüksek sayıyı “suçlama” gerekçesi olarak kullanan bir raporu yanıtlamak zorunda kalmak da bir ruh hekimi için ağır gelir. Yine sorunu büyütmeden çözme çabası suçlama konusu olmuştur.
    * Devlet Bölge Ruh Sağlığı Hastaneleri, hasta başvurusunu geri çeviremeyen, başka hastaneye hasta gönderme şansı olmayan kurumlardır. Deyim yerindeyse bir çok anlamda tencerenin dibi. Evine gidebilecek hastayı hastanede bir gün fazla tutmak, başka bir hastanın tedavi hakkını engellemek anlamına gelebilir. Bu alanda seçim çoğu zaman kötüyle iyi arasında değildir. Devlet bölge ruh sağlığı hastanelerindeki ruh hekimi, kendi hastasının da hak zedelenmesine uğramadan, en iyi koşullarda tedavi görmesini ister. Ruh hekimleri, içinde yaşadıkları koşullarda hep iki kötüden birini seçmek durumunda bırakılmışlardır. Kendi hakkını korurken, hastalarının haklarını eksiltmek istemez. Hak zedelemesi kimi zaman “hassas terazi” gerektirecek incelikleri olan bir durum. “Hassas terazi” yerine kantarla tartılırsa ruh hekiminin iki kötü arasında ince eleyip sık dokuduğu görülmez de, kötü seçim yaptığı öne çıkar. Adı hak zedeleyicisine çıkar.
    *
      Ruh hekimisiniz. Dünyada ruh sağlığı yasası olmayan ender ülkelerden birinde olduğunuzu bilirsiniz. Ruh sağlığı yasasının vazgeçilmez yoldaşlarınız olan hastalarınızın hakları yönünden önemini kavramışsınızdır. Bu eksikliğin giderilmesi için bütün çağrılarınız bir sessizlik ve eylemsizlik duvarında yitip gitmiştir. Meslek örgütünüzde (Türkiye Psikiyatri Derneği) bir küme meslektaşınız çalışıp bir yasa taslağı hazırlar, bunu bütün meslek ortamlarında tartışarak geliştirir. Sonra Sağlık Bakanı’na ve müsteşarına bu taslağı elden verip yasanın önemini anlatmaya çalışırsınız. Gene bir sessizlik...

Sonra bir gün hazırladığınız bu yasa taslağı ile ilgili bir ses duyarsınız. Ne var ki emek verdiğiniz çaba gösterdiğiniz bu taslak anlamak amacıyla değil, yermek amacıyla ele alınmış. Bu nedenle de, iki ülkede farklı yasa tekniklerinin uygulanmasından kaynaklanan farklılıkların eksiklik olarak tanımlandığını görürsünüz. Artık yalnızca gülersiniz. Bir acı gülüş... Konunun muhatabı Sağlık Bakanlığı’ndan hiç ses çıkmadığına bakarak, olumsuz bile olsa çalışmanızla ilgilenilmiş olmasına mı gülersiniz, çabanızın bir kez daha değerlendirilmediğine mi?

Üstelik ruh hekimleri yasa yokluğunun bir an önce giderilmesi, tıbbi uygulamalarının yasal tanımının yapılması için böyle bir çalışmaya girmemişler gibi, söz konusu raporda hastaneye yatışların keyfi olduğu, yasa yokluğunun kötüye kullanıldığı biçiminde bir yargıyla karşılaştığınızda artık gülemezsiniz de. Donar kalırsınız.

Psikiyatri topluluğu mesleki etik, hasta hakları konularında tıp dünyasının en duyarlı kesimlerinden biridir. İnsan hakları zedelenmesi konusunda duyarlı olmayan biri, bu konuda suçlandığında belki kızar ama herhalde incinmesi duyarlı kimseden az olur. Varın, ruh hekiminin “insan hakları zedeleyicisi” suçlamasından nasıl zedelenmiş olduklarını siz hesap edin.

Hangi Mirası reddediyoruz?..

İnsanlık tarihi gibi ülkemizin ve halkımızın tarihi de her türlü olguyu içerir. “Avrupa delileri yakarken, darüşşifalarda akıl hastalarına bakım verilmesi” ne kadar bizim tarihimizse, hastaların 20. yüzyılda, insanlık dışı koşullarda yaşatıldığının televizyonlarda seyredildiği dönem de bizim. Bize bunların hepsi miras kaldı.

Bizler Ruh Hekimleri “Avrupa delileri yakarken, darüşşifalarda akıl hastalarına bakım veren” insancıl mirası dünden geleceğe sahipleniyoruz. Akıl hastalarını toplumdan yalıtma, insanlık dışı koşullarda tutma, hasta haklarını hiçe sayma tutumlarını içeren mirası reddediyor, bugünden yarına uzanmasını durdurmaya çalışıyoruz. Hastalarımızın bugün en iyi koşullarda, hak yitimi ile değil de hak kazanımı ile tedavi görmelerini sağlamaya, yarına bunu miras bırakmaya çabalıyoruz.

Bugünü dönüştürmek, yarını kurmak için, bugünden geleceğe daha yüksek bir çaba göstermemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Ne var ki çabamız yetmiyor. Bugüne dek gösterdiğimiz çaba yeterli olsaydı, bugün başka konular konuşuyor olurduk.

Yönetimin ruh sağlığı alanındaki duyarlığını artırmak, ruh sağlığı hizmetlerini iyileştirme isteği duymasını sağlamak için ruh hekimlerinin var güçleriyle yaptıkları çağrı yeterli ve etkili olmuyor. Daha güçlü bir çağrı yapabilmemiz için gelin, sesinizi sesimize katın.

*Doç. Dr. ,Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkan Yardımcısı