Şiddetsiz ve Sağlıklı Yaşamak İstiyoruz

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Gününde; toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadına yönelik şiddetin sağlık üzerine etkilerine dikkat çekmek istiyoruz.

Şiddetin en yaygın biçimlerinden biri olan kadına yönelik şiddet; coğrafi bölge, eğitim düzeyi, gelişmişlik düzeyinden bağımsız, evrensel olarak görülen bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık biçimidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 yılı verilere göre her üç kadından biri partneri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmakta, %42’si bu saldırılar sonucu yaralanmaktadır. Dünya çapında kadın cinayetlerinin %38’i kadınların eşi veya birlikte yaşadığı kişi tarafından işlenmektedir  (1).

Kadına yönelik cinsel şiddetin failleri, tıpkı fiziksel şiddette olduğu gibi, çoğunlukla kadınların tanıdıkları, bildikleri kişilerden oluşmaktadır. Her tür cinsel şiddeti anlatabilme ile ilgili utanç, sosyal desteğin sağlanmayacağı ile ilgili endişeler, yargı sisteminin failden çok şiddete uğrayanda suç arayan işleyişi gibi zorluklar; cinsel şiddetin faili tanıdık olduğunda daha da artmaktadır. Bu durum, resmi rakamlara yansıyan kadına yönelik cinsel şiddet sayısının çok düşük olmasına ve faillerin sıklıkla tanınmayan kişilerden oluştuğu yanılsamasına neden olmaktadır. 

Savaşlar sırasında ölenlerin ve zorla yerinden edilenlerin büyük bir çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Kadınlar ve çocuklar hem savaş sırasında hem de güvenli olduğunu düşünerek gittikleri topraklarda cinsel saldırıya ve kötü muamele maruz kalmaktadır. Göçe yönelik sosyal politikaların yetersizliği ile kız çocukları gittikleri ülkelerde sürekli cinsel şiddete maruz kalmakta ve evlenme yaşının altında istemedikleri kişilerle evlenmek zorunda bırakılmaktadır.

Türkiye genelinde kadınların %36’sı fiziksel şiddete, %30’u ekonomik şiddete, %12si cinsel şiddete, %44’ü psikolojik şiddete hayatının herhangi bir döneminde maruz kaldığını bildirmiştir. Her on kadından üçü en az bir kez ısrarlı takibe maruz kalmıştır. Ülkemizde kadınların %44’ü maruz kaldıkları şiddeti kimseye ve hiçbir kuruma anlatmadığını belirtmiş, anlatan kadınların ise %39’u şiddeti bilen kişilerden hiçbirinin kendilerine yardım etmediğini açıklamıştır (2).Bu kadar yaygın olmasına rağmen “yok sayılan” kadına yönelik şiddet, yok olmamakta; önemli sağlık problemleri ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, şiddete maruz kalan kadınların düşük yapma riski artmakta ve %16’sı düşük doğum ağırlığıyla doğan bebeğe sahip olmaktadır.

Şiddete maruz kalan kadınlar genel sağlıklarını daha olumsuz değerlendirmekte ve bu kadınlarda depresyon, anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, alkol kötüye kullanımı başta olmak üzere ruhsal rahatsızlıkların görülme sıklığında belirgin bir artış olmaktadır. Şiddete uğrayan kadınların çeşitli bedensel yakınmalarla yıllık hastane başvuruları 10’un üzerinde olabilmektedir (3). Kadınların şiddetin sonuçlarını bedenselleştirerek ifade etmeleri bir yardım çığlığı olarak değerlendirilmelidir. Adli tıp ve psikiyatri uzmanları başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının bu yönde farkındalığı arttırılmalı, şiddeti tanımlamaları, bilgi ve beceri kazanmalarını sağlayacak zorunlu eğitim programları oluşturulmalıdır.

Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadelenin uluslararası düzeye taşınması 20. yüzyılla birlikte başlamıştır. 1975 yılında Mexico City’de gerçekleştirilen Birinci Dünya Kadın Konferansı’nın ardından, 1980 yılında Kopenhag’da, 1985 yılında Nairobi’de ve 1995 yılında Pekin’de düzenlenen dünya kadın konferansları, uluslararası sözleşmeler; kadınlar ve erkekler arasındaki eşitliğin sağlanmasına ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin ülkelerin gündemine girmesine önemli katkıda bulunmuştur. En güncel sözleşme ise yakın dönemde ülkemizde ne yazık ki geri adımlar atılması için sıkça gündeme gelen 2011 yılında İstanbul’da imzalanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin engellenmesine yönelik tedbirler alınması için imzacı devletlere bazı sorumluluklar vermektedir. Bu sorumluluklar arasında şiddete maruz kalan kadının güvenliğinin sağlanabilmesi için şiddet uygulayan kişiye uzaklaştırma kararı çıkarılması, kadının güvenliği ile ilgili tehlike görülen durumlarda kolluk kuvveti desteği sağlanması, gizliliğin sağlanarak sığınma evine yerleştirilmesi bu süreçlerde kadınlara para yardımı sağlanması ve istihdam olanakları sunulması, çocuğu ile birlikte sığınma talebi olan kadınlar için kreş ve okul yardımı verilmesi gibi birçok maddeyi ele alan bütüncül yaklaşımlar mevcuttur. 2014 yılında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yürütülen çalışma göstermektedir ki kadınlar bu hakların çoğuna erişemiyor ve ne yazık ki öldürülüyorlar (2). Geçtiğimiz sene de güvenliği konusunda endişe duyan ve resmi kanallara başvuran kadınlardan ne yazık ki erkek şiddeti sonucu hayatını kaybedenler oldu. 2019 yılının ilk on ayında ülkemizde 284 kadın erkek şiddeti sonucu öldürüldü, resmi kayıtlara geçen rakamlara göre 42 kadına tecavüz edildi,485 kadın seks işçiliğine zorlandı,  217 çocuk istismar edildi ve en az 513 kadın fiziksel şiddete uğradı. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını denetleyen GREVIO (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) 2018 Türkiye raporunda devletin mağdurları yeterince etkili bicimde koruyamamasından kaynaklı oluşan ikincil mağduriyetlere dikkat çekmiştir. Türkiye’nin sözleşmenin oluşturulması sırasında göstermiş olduğu desteği hatırlatmış ve adında İstanbul geçen sözleşmenin Türkiye tarafından “sahiplenilmeye” devam edilmesinin öneminin altını çizmiştir.

25 Kasım1960 insan hakları savunucu olan üç kadın olan Mirabel kardeşlerin Dominik faşist diktatörü tarafından hedef gösterildikten sonra arabaları durdurularak cinsel saldırıya uğraması ve sopayla vurularak öldürülmesinin tarihidir. O dönem gazetelerde haber trafik kazası olarak geçmiştir. Geçtiğimiz şu dönemlerde de Şule Çet, Emine Bulut, Güleda Cankel, Rabia Naz ve daha adlarını sayamadığımız nice cinayet davasında yargı süreci benzer yanlılıkla ve ayrımcı tutumla ilerletilmeye çalışılmaktadır. 

Mirabel kardeşlerin verdiği mücadele ruhuyla gerçek adalet arayışındaki kadınlar bu süreci engellemek için güçlü bir dayanışma göstermektedir. Ülkemizde kadınlar bugün birçok kazanılmış haklarını kaybetme tehlikesi altında olup güvenle yaşama hakkı, nafaka hakkı, kürtaj hakkı gibi birçok alanda mücadele vermek zorunda bırakılmıştır. Kadın sağlığını ve hayatını tehdit eden kadına yönelik şiddetin engellenmesi için İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmelerin gereklerine uyulmalı, bu alanda çalışan kadın örgütleri, meslek odaları ve uzmanlık derneklerinin uzun yıllardır biriktirdikleri bilgi ve deneyimlerden yararlanılmalıdır.

1.Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Global and regional estimates of violence against women: prevalence and health effects of intimate partner violence and non-partner sexual violence, 2013.  

2.Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, 2014. http://www.hips.hacettepe.edu.tr/KKSA-TRAnaRaporKitap26Mart.pdf

3.Sık Hastane Başvurusu Ev İçi Şiddetin Habercisi mi? Balcı Y, Kadı G, Göçeoğlu ÜÜ, Erbaş Lİ. Adli Tıp Bülteni, 2019; 24(2): 93-99

İSTANBUL TABİP ODASI KADIN KOMİSYONU

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ

ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ

CİNSEL EĞİTİM TEDAVİ VE ARAŞTIRMA DERNEĞİ

8321u03pf8|00106806E9DA|TPDSQL|tbl_forPress|forPress_content|6F01B7FE-F721-4B25-BD26-C08F2B1FD830